0

BEĞENDİM

ABONE OL

News

0

(ANKARA) – Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) PM sonuç bildirgesinde, “Barışın ve tahlilin gerçek bir seçenek haline gelebilmesi için birinci ve en kıymetli adımlardan biri, Sayın Abdullah Öcalan’a yönelik bir özel savaş hukuku pratiği olan tecridin kaldırılmasıdır. Öcalan’ın geçmiş tahlil süreçlerinin yürütülmesinde ve yönetilmesindeki kritik ve belirleyici rolü tartışmasızdır” ifadeleri kullanıldı.

DEM Parti, Parti Meclisi’nin geçen hafta yapılan toplantısına ait sonuç bildirgesi yayımlandı.

” Türkiye’de sağlanacak onurlu bir barış Ortadoğu’nun da barışı olacaktır” başlığıyla yayımlanan sonuç bildirgesinde, “Yıllardır büyük bedeller ödeyerek her şartta savaş aykırısı cepheyi büyütme ve barış talebini toplumsallaştırma gayreti veren partimiz, olağanlaşma telaffuzlarının halklarımıza karşı mevcut sıkıntıların perdelenmesi hedefiyle kullanılmasına müsaade vermeyecektir. Tahlil tartışmalarının yine gündeme gelmesi olumludur; lakin geçmişteki ‘teslim alma’ telaffuzlarının yine lisanlandırılmasının siyasal, tarihî ve toplumsal bir sorun olan Kürt sorunu ve Türkiye’nin meselelerinin tahliline katkı sunmayacağı açıktır” denildi.

Bildirgede, tahlilin gerçek bir seçenek haline gelebilmesi için terör örgütü PKK’nın Lideri Abdullah Öcalan’a yönelik tecridin kaldırılması davetinde bulunuldu. Sonuç bildirgesinde şu görüşlere yer verildi:

“21-22 Ekim 2024’te Ankara’da bir araya gelen Parti Meclisimiz, tüm Ortadoğu halklarının hayatları ve gelecekleri açısından ağır sonuçlar doğurarak şiddetlenen savaş şartları ile Kürt sıkıntısının demokratik tahlili etrafında yürütülen tartışmalar başta olmak üzere ülkede, bölgede ve dünyada yaşanan ekonomik, toplumsal, siyasal aktüel gelişmeleri kıymetlendirmiş; yapılan tespitler ışığında politik ve örgütsel amaçlarını belirleyerek gayret programına ait kararlar almıştır.

Emperyalist kapitalist rekabetin tabiatındaki savaş eğiliminin giderek güç ve yaygınlık kazandığı bir periyottan geçiyoruz. Yerel/bölgesel seviyede ve vekil güçler eliyle süregiden çoklu savaşların yerini büyük güçler ortasında direkt ve topyekün karşı karşıya gelişlere bırakma ihtimalinin uç verdiği şartlardan geçilmektedir. Ortadoğu’da rejimlerin ve toplumların geleceğini şekillendirmek üzere saha genişleten ve şiddetlenen savaş iklimi, bu gelişmelerin birinci elden sonuçlarından biridir. Kapitalist hegemonik güçlerin hakimiyet çabasının bir veçhesi olan bu güç savaşlarıyla Ortadoğu’da yeni bir sistemin tesis edilmesi istenmektedir. Bu kapsamda Siyonist İsrail rejimi, savaş hukuku başta olmak üzere tüm memleketler arası hukuk kurallarını yok sayarak işgalci-sömürgeci saldırganlığını Filistin ve Arap halklarına karşı bir soykırıma dönüştürmüştür. İsrail devletinin Lübnan ve İran’a yönelik ataklarıyla Lübnan’ın istikrarsızlaştırılmaya ve bölgesel güç istikrarlarının İran’a yönelik yeni ataklarla şekillendirilmeye çalışıldığı bu süreçte, bölgedeki tüm tansiyonlar tırmanmakta ve gelişmeler harika bir sürat kazanmaktadır.

“Hastaneler ticarethane ve hastalar müşteri haline getirilmiş, yeni doğan bebeklerin dahi can güvenliği kalmamıştır”

Türkiye ve Kürdistan bu coğrafyanın ve çoklu denklemin tam ortasında yer almaktadır. Halkların kendi yazgı ve geleceklerini belirleme haklarını egemenlerin elinden söküp almaya en çok muhtaçlık duydukları şu günlerde, bu potansiyeli açığa çıkaracak olanlar ise ideolojik-politik ufku ve örgütlü gücüyle sömürgeciliğe ve faşizme karşı çabanın en önünde yürüyen Kürt halk hareketi başta olmak üzere devrimci hareketler, bayanlar, sosyalistler, ezilenler, fakirler, işçiler ve onların ittifaklarıdır.

Rojava, Kuzey ve Doğu Suriye halklarının kazanımlarını yıllardır boğmaya çalışan AKP- MHP iktidarının işgal ettiği bölgelere yerleştirdiği çetelerin tasfiyesi gündemdedir. Güney Kürdistan’a yönelik işgal ve ilhak siyasetleri ise önemli bir çıkmazın içine girmiştir. İran’ın savaş çemberine alınmasıyla bölgede yaşayan Kürt halkının belirleyici bir politik özne olarak güç kazanması mümkünlüğünü kendi yayılmacı siyasetleri için handikap ve çıkmaz olarak görmektedir. Kürt halkının kazanımlarının yok edilmesi üzerinden bölgesel güç olma hevesleri berhava olan ve dış siyasette yalnızlaşan rejim için bu gelişmeler, iç siyasi istikrarları de ziyadesiyle etkilemektedir.

Uyguladığı yayılmacı ve sömürgeci siyasetlerle Ortadoğu’daki gelişmelerde denklem dışında kalan AKP-MHP iktidarı, Türkiye halklarını tehlikeli bir politik gerçeklikle yüz yüze bırakmıştır. İzlenen savaş, rant ve talan siyasetleri bir toplumsal çürüme ve çöküş tehlikesi doğurmuştur. Bir avuç sermayedar dışındaki milyonlar açlık hududunun altında hayatta kalmaya çalışmaktadır. 12 Eylül darbe anayasası bile askıya alınmakta, halkların özgürlük ve hayat talepleri şiddetle bastırılmaktadır. Toplumsal, ekonomik, ekolojik ve toplumsal cinsiyet alanında yaşanan krizler ve şiddet sarmalı tüm toplumsal kesitleri nefes alamaz noktaya getirmiştir. Cezaevleri azap merkezlerine dönüşmüş, bayanlara ve çocuklara yönelik kabahatler kan dondurucu bir yaygınlık kazanmıştır. Hastaneler ticarethane ve hastalar müşteri haline getirilmiş, yeni doğan bebeklerin dahi can güvenliği kalmamıştır.

İktidarın savaş siyasetinin bir modülü olarak HDP Kapatma Davası ve Kobani Kumpas Davası başta olmak üzere demokratik siyasete çok taraflı ve süreğen akınlar gerçekleştirilmiştir. Fakat tüm bunlara karşın, lokal seçimlerde de ortaya çıktığı üzere, partimizin 3. Yol sınırıyla siyasal alandaki kurucu ve belirleyici rolünün güçlenmesi ve halkların umudu ve seçeneği olmaya devam etmesi AKP-MHP iktidarının hegemonyasını zayıflatmıştır.

“Halkların ortak iradesi ve gayretiyle kalıcı bir tahlil inşa edilmelidir”

Yeni yasama periyoduyla birlikte MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin açıklamalarıyla başlayan tartışmalar, partimiz ve kamuoyu tarafından yakından takip edilmektedir. Bu tartışmaları Kürt sorunu başta olmak üzere siyasal, iktisadi ve toplumsal sıkıntıların müzakere ve diyalog tabanında ele alınması açısından kıymetli görüyoruz. Bununla birlikte, uyguladığı siyasetlerle toplumu nefessiz bırakan iktidarın, halkların en büyük hasreti olan barışı araçsallaştırmasının kimseye kazandırmadığını da geçmiş periyot tecrübelerinden hatırlıyoruz. Kürt halkının kazanımlarını tasfiye etme teşebbüsüne, ekonomik çöküşe ve toplumsal çürümeye karşı halkların reaksiyonunu dindirme gayesiyle siyasi iklimin süreksiz ve taktik bir adımla yumuşatılması, mevcut meselelerin tahliline katkı sağlamayacaktır. Bu siyasetin iktidarın umduğu sonuçları vermesi de mümkün değildir.

Yıllardır büyük bedeller ödeyerek her şartta savaş aksisi cepheyi büyütme ve barış talebini toplumsallaştırma gayreti veren partimiz, olağanlaşma telaffuzlarının halklarımıza karşı mevcut sıkıntıların perdelenmesi gayesiyle kullanılmasına müsaade vermeyecektir. Tahlil tartışmalarının yine gündeme gelmesi olumludur; fakat geçmişteki ‘teslim alma’ telaffuzlarının yine lisanlandırılmasının siyasal, tarihî ve toplumsal bir sorun olan Kürt sorunu ve Türkiye’nin problemlerinin tahliline katkı sunmayacağı açıktır.

Partimiz, toplumsal sıkıntıların tahlili için tüm muhatap ve tarafları önemsemekle birlikte asıl tahlilin, iktidardan bekleyerek değil Türkiye’nin tüm emekçi, işçi ve ezilen bölümleri ile halklarının katıldığı örgütlü bir sürecin inşa edilmesiyle mümkün olacağına inanmakta ve yıllardır bunun için mücadele etmektedir. DEM Parti olarak, adil, demokratik ve halkların eşitliğini temel alan bir tahlilden yanayız; barışı, demokratik bir anayasayı, özgürlüğü ve demokratik cumhuriyeti savunuyoruz. Bu temelde, Türkiye’de bir tahlil olacaksa toplumun barış ve demokrasi talebi etrafında örgütlenmesi, tüm dinamikleriyle harekete geçmesi, sürece dahil olması ve inisiyatif alması elzemdir. Barış, sadece siyasi partiler ve taraflar ortasında olmaz; toplumsal sahiplenme de gereklidir. Bu nedenle, halkların ortak iradesi ve uğraşıyla kalıcı bir tahlil inşa edilmelidir.

“Barışın sırf Kürt halkının değil, tüm Türkiye ve Ortadoğu halklarının en acil gereksinimi olduğuna inanıyoruz”

Barışın ve tahlilin gerçek bir seçenek haline gelebilmesi için birinci ve en değerli adımlardan biri, Sayın Abdullah Öcalan’a yönelik bir özel savaş hukuku pratiği olan tecridin kaldırılmasıdır. Öcalan’ın geçmiş tahlil süreçlerinin yürütülmesinde ve yönetilmesindeki kritik ve belirleyici rolü tartışmasızdır. 43 ay sonra mutlak iletişimsizliğin kırılarak Öcalan’la yapılan son görüşme değerli ve olumlu olmakla birlikte tecrit devam etmektedir. Kendisinin de ‘Koşullar oluşursa bu süreci çatışma ve şiddet yerinden tüzel ve siyasi yere çekecek teorik ve pratik güce sahibim’ tabiriyle belirttiği üzere, fiziki özgürlüğü öncelikli olmak üzere sıhhat, güvenlik ve özgür çalışma şartlarının sağlanması bu belirleyici misyonunu yerine getirebilmesi ve toplumsal barışa gidecek yolun açılabilmesi için hayati değerdedir. Müzakere ve diyalog yeri lakin özgür ve eşit şartlar altında kurulursa gerçek, kalıcı ve kapsayıcı olabilecektir. Barışın sadece Kürt halkının değil tüm Türkiye ve Ortadoğu halklarının en acil muhtaçlığı olduğuna inanıyoruz. Türkiye’de sağlanacak onurlu bir barış, yüzyıllardır halkların birbirine kırdırıldığı, esasen bir savaş merkezi haline getirilen Ortadoğu’nun da barışı olacaktır. Kalıcı, adil ve onurlu bir barışı inşa etmenin zorlukları ve bu yolun kimi vakit çatışmalı süreçleri de içeren kesintili ve gelgitli tabiatı, dünya tecrübelerinden bilinmektedir.

“Tüm siyasi ve toplumsal kısımları barış imkanlarını büyütmeye çağırıyoruz”

On yıllardır halkların eşit temelde ve barış içinde bir ortada yaşaması için çaba eden partimiz, bir ortada ömür şartlarının oluşturulması ve barış umudunun büyütülmesi için üzerine düşen sorumluluğu dün olduğu üzere bugün de kararlılıkla yerine getirecektir. Barışın kazanımları konusunda halkı bilgilendirmek, barışın gerekliliğini anlatmak ve demokratik bir cumhuriyet için çabanın mecburî olduğunu göstermek öncelikli hedeflerimiz arasındadır. DEM Parti olarak, tüm halkların eşit, özgür ve onurlu bir ömür sürebileceği bir gelecek için kararlılıkla çaba etmeye devam ederken, Kürt probleminin adil ve demokratik tahlili ile özgürlük için tüm siyasi ve toplumsal bölümleri barış imkanlarını büyütmeye ve sahiplenmeye çağırıyoruz.”