Türkiye İstatistik Kurumu acı gerçeği yüzümüze çarptı: Doğurganlık hızı 1,48. Bu bir rakam değil, bir milletin sessiz çığlığıdır. Nüfusun kendini yenileme sınırı olan 2,1’in çok altındayız. Cumhurbaşkanı kürsülerden “En az 3 çocuk” diye haykırıyor, “Bu bir beka meselesidir” diyor. Haklıdır, bu bir beka meselesidir. Ancak eksik söylüyor; bu beka sorununun mimarı bizzat, yıllardır o kürsülerden seslenen siyasi iradenin “aile politikaları” adı altındaki yıkım projeleridir.
Aileyi kim öldürdü sanıyorsunuz? Netflix mi? TikTok mu? “Dış güçler” mi? Hayır. Aileyi; “kadını güçlendirmek” maskesi altında erkeği “potansiyel suçlu”, evliliği ise “riskli bir ticari sözleşme” haline getiren yerli ve milli yanlışlarımız öldürdü.
Evlilik Cüzdanı mı, İcra Senedi mi? Gelin, süslü salonları bırakıp sahadaki gerçeğe bakalım. Bugün genç bir erkek neden evlenmiyor? Çünkü devlet, önüne koyduğu kanunlarla ona şunu söylüyor: “Evlendiğin an, evin reisi değil, potansiyel sanığısın. Bir tartışmada, tek bir beyanla, delilsiz ve ispatsız şekilde, kışın ortasında kendi evinden atılabilirsin. Boşanırsan, 3 ay evli kalsan bile ömür boyu nafaka ödeyerek, eski eşinin finansörü olmaya mahkûm edilirsin.”
Hukukun erkeğin başında Demokles’in kılıcı gibi sallandığı, 6284 sayılı kanunun masumiyet karinesini yok saydığı, süresiz nafakanın erkeğin geleceğini ipotek altına aldığı bir düzende; hangi akıl sahibi genç, altına imza attığı bu “riskli sözleşmeye” (evliliğe) girer? Gençler evlilikten kaçmıyor; gençler, devletin kurduğu bu hukuki tuzaktan kaçıyor!
Kutu Gibi Evlerde “Geniş Aile” Masalı Bir yandan “Nüfusumuz yaşlanıyor, çoğalın” diyeceksiniz; diğer yandan 65 metrekarelik, 2+1 “kutu” daireleri sosyal konut müjdesi diye pazarlayacaksınız. Fizik kurallarına bile aykırı olan bu mimaride; anne, baba ve istenen o 3 çocuğun insani şartlarda yaşaması mümkün mü? Mümkün değil. Ama sistemin derdi “insan” değil, “vergi”. 1970’lerde bir baba tek maaşla evini geçindirir, evini alır, çocuklarını okuturdu. Bugün o sistem, “kadın istihdamı” ve “özgürleşme” makyajıyla bilerek yok edildi. Amaç kadının özgürlüğü değil; devletin haneden alacağı vergiyi ikiye katlamasıdır. Evdeki huzur değil, kasadaki vergi kutsandı. Sonuç? Yorgun kadınlar, yetersiz babalar, kreşlerde büyüyen yalnız çocuklar.
Diplomalı İşsizler Ordusu ve Kayıp Yıllar Eğitim sistemimiz ise bu cinayetin diğer ortağıdır. 4+4+4 dediniz, üniversiteyi her mahalleye götürdük diye övündünüz. Sonuç ne oldu? Gençleri 25-26 yaşına kadar okul sıralarına hapsettiniz. Elinde diploması olan ama cebinde harçlığı olmayan, hayata geç kalmış milyonlar yarattınız. 25 yaşında hala baba eline bakan, iş garantisi olmayan bir genç nasıl yuva kuracak? Biyolojik saati 30’a, 35’e itelediniz. Sonra çıkıp “Neden doğurmuyorsunuz?” diye sormak, akılla alay etmektir.
Samimiyet Testi: KADEM mi, Aile mi? İktidarın artık bir karar vermesi gerekiyor. Hem aileyi kutsayıp hem de KADEM gibi yapıların, aileyi bir “güç savaşı sahası” olarak gören doktrinlerini devlet politikası yapamazsınız. Bu iki hedef birbiriyle çatışıyor. Televizyonlarda “Sadakatsiz” dizileriyle ahlakın dibine dinamit koyulurken, RTÜK’ün göstermelik cezalarla durumu izlemesi, bu yıkımın sadece bir ihmal değil, bir tercih olduğunu gösteriyor.
Teşhis Kondu, Tedavi Şart! Mesele rakamlar değil, iklimdir. Siz toprağı kuruttunuz, şimdi hasat bekliyorsunuz. Eğer samimiyseniz;
-
Süresiz nafakayı derhal kaldırın.
-
6284’ü, masumiyet karinesini esas alacak şekilde revize edin.
-
Gençleri 30 yaşına kadar oyalayan eğitim sistemini çöpe atın.
-
Barınma ve vergi politikasını “aile dostu” hale getirin.
Aksi halde kürsülerden atılan “3 çocuk” sloganları, boşlukta yankılanan bir sesten ibarettir. Türkiye sessizce çöküyor. Ve tarih yazacak: Bu çöküşün sebebi dış mihraklar değil, Devletin bizzat kendi eliyle uyguladığı yanlış aile politikalarıydı.

Acil Eylem planları uygulanmaz ise yaşlı güçsüz bir ülke haline geleceğiz !!