Rakamlar soğuktur derler. Duygusu yoktur, vicdanı yoktur. Ama bazı rakamlar vardır ki insanın yüzüne tokat gibi çarpar. Kaçacak yer bırakmaz. Utanması gerekenleri kızartmaz; sadece gerçeği bütün çıplaklığıyla gösterir.
Türkiye bugün tam olarak böyle rakamlarla yönetiliyor.
Bir tabloda yukarıya bakıyorsunuz. Kamuoyunda sıkça dile getirildiği üzere, çok sayıda milletvekilinin birden fazla gelir kalemine sahip olduğu bir düzen tartışılıyor. Rakamlar yan yana konduğunda, sıradan bir vatandaşın tahayyül etmekte zorlanacağı bir refah alanı ortaya çıkıyor.
Aynı tabloda aşağıya bakıyorsunuz.
16 bin 881 lira.
Buna “maaş” demek, kelimenin anlamına haksızlık. Bu rakam bir geçim karşılığı değil, bir hayat standardı hiç değil. Bu, insanlara açıkça söylenmeyen ama fiilen hissettirilen sessiz bir mesajdır: “Şikâyet etme, görünme, idare et.”
Matematik yalan söylemez. Ancak bu ülkede matematik uzun süredir eğilip bükülüyor. Açlık sınırının 29 bin liraya dayandığı bir ekonomide, milyonlarca insana 16 bin lira verip “geçin” demek, gerçeklikle bağını koparmaktır.
Bu insanlar ömürlerini masa başında değil, tezgâh başında geçirdi. Alın teriyle çalıştı, bu ülkenin yükünü taşıdı. Bugün pazar tezgâhlarının altında çürük sebze arayan, kasada hesap tutturamayan, evine eli boş dönenler onlar. Utananlar da yine onlar. Oysa utanması gereken bambaşka bir düzen.
Bu tablo tesadüf değil. Kendiliğinden oluşmadı. Yıllar boyunca atılan popülist adımların, kısa vadeli siyasi hesapların ve “bugünü kurtar, yarını sonra düşünürüz” anlayışının bir sonucu.
Seçim meydanlarında alkış almak uğruna verilen her erken emeklilik vaadi, geleceğe yazılmış ağır bir borç oldu. Çalışan–emekli dengesi bozuldu, sistem sürdürülemez bir noktaya geldi. Bugün neredeyse iki çalışanın bir emekliyi taşımaya çalıştığı bir yapıdan söz ediyoruz. Oysa sağlıklı bir sosyal güvenlik sisteminde bu oranın çok daha yüksek olması gerekir.
Yük, yine en zayıf olanın sırtına bindirildi. Bir yanda kırklı yaşlarında emekli olup hem maaş alabilen hem de çalışmaya devam edenler var. Diğer yanda yetmişine gelmiş, artık gücü kalmamış ama geçinemediği için hâlâ çalışmak zorunda kalan gerçek emekliler. Adalet tam da bu noktada kayboluyor.
Bir de işin istatistik boyutu var. Çarşı yanarken, pazar alev alevken; kâğıt üzerinde enflasyon rakamları makul, hatta sakin görünüyor. Rakamlarla oynanıyor, gerçekler törpüleniyor. Bu sayede maaş artışları daha baştan sınırlanıyor, insanların cebine girecek birkaç lira daha masadayken buharlaşıyor.
Ancak rakamların gücü sınırlıdır. Aç bir mideyi ikna edemezsiniz. Üşüyen bir bedeni tabloyla ısıtamazsınız. Kırılmış bir onuru yüzdelik oranlarla onaramazsınız.
“Bu gemi su alıyor” diyenler var. Yanılıyorlar. Bu gemi çoktan battı. Biz sadece suyun altında nefes almaya çalışıyoruz.
Yukarıda ayrıcalıklar büyürken, aşağıda hayat giderek küçülüyor. Bu küçülme gürültülü değil, sessiz ilerliyor. En tehlikeli olan da bu. Çünkü sessizleşen bir toplum, en kolay gözden çıkarılan toplumdur.
Rakamlarla oynayabilirsiniz. Gerçeği bir süre saklayabilirsiniz. Ama açlığı, yoksulluğu ve vicdan kaybını sonsuza kadar gizleyemezsiniz.
Geçmiş olsun demek yetmiyor artık. Çünkü mesele bir ekonomik kriz değil.
Mesele, vicdanın iflası.

YORUMLAR