Son günlerde yine o malum nakaratı duyuyoruz: “Nüfusumuz yaşlanıyor, en az 3 çocuk, hatta 4 çocuk yapın.” Üst düzey yetkililer, kürsülerden istatistik verilerine bakıp haklı bir demografik endişeyi dile getiriyorlar. Ancak meseleyi sadece “rakamlar” üzerinden okumak, hastalığın kendisine değil de ateş derecesine odaklanıp tedavi beklemeye benziyor.
Devletin nüfus politikaları ile sahadaki gerçekler arasında uçurum var. Eğer samimi bir nüfus artışı hedefleniyorsa, kuru sloganları bir kenara bırakıp devletin aile politikalarının temeline inmek, o temeldeki çürükleri görmek zorundayız.
Gelin, o “Neden gençler evlenmiyor, neden çocuk yapmıyor?” sorusunun cevabını, süslü salonlarda değil, hayatın tam ortasında arayalım.
Kutu Gibi Evlerde Kalabalık Aile Hayali
İlk durağımız barınma meselesi. Bir yandan “geniş aile olun” deniliyor, diğer yandan devletin “sosyal konut” adı altında müjdelediği daireler 65 metrekarelik “kutulardan” ibaret.
Modern mimari ve şehircilik anlayışımız, adeta çekirdek aileyi bile sığdırmakta zorlanıyor. 2 oda 1 salon, 65 metrekarelik bir alanda; anne, baba ve istenilen o 3-4 çocuğun insani şartlarda yaşaması, çocukların sağlıklı bir çalışma ve oyun alanına sahip olması fizik kurallarına bile aykırı. Barınma sorununu sadece “başını sokacak bir dam” olarak gören, yaşam kalitesini ve geniş ailenin mekânsal ihtiyacını yok sayan bir sistemde, nüfus artışı beklemek hayalcilik değil de nedir?
25 Yaşında “Geç Kalmış” Gençler
Eğitim sistemimiz ise bir başka paradoks. 4+4+4 sistemi, üzerine 4 yıl üniversite, belki hazırlık, belki formasyon derken; bir gencin hayata atılması 25-26 yaşını buluyor.
Elimizde diploması olan ama mesleki tecrübesi, birikmiş tek kuruş parası ve iş garantisi olmayan milyonlarca genç var. Mevcut sistem, gençleri erkenden meslek sahibi yapıp hayata kazandırmak yerine; onları hayata geç kalmış, diplomalı işsizlere dönüştürüyor. Çeyrek asrı geride bırakmış, henüz kendi cebine harçlık koyamayan bir gencin yuva kurma cesaretini göstermesini, üzerine bir de çocuk sorumluluğu almasını hangi mantıkla bekliyoruz?
İstihdam ve Annelik Arasındaki Çelişki
Öte yandan devlet politikalarında ciddi bir hedef karmaşası yaşanıyor. Kadın istihdamı için verilen sayısız teşvik, “evde çocuk bakmayı” değil, “kariyer peşinde koşmayı” kutsuyor ve özendiriyor.
Elbette kadınlar çalışmalı ve üretmeli; ancak sistem, kadını çalışma hayatı ile annelik arasında vahşi bir tercihe zorluyor. Hem “kariyer yap” hem de “çok çocuk yap” demek, mevcut ekonomik şartlarda ve kreş imkanlarının yetersizliğinde uygulanabilir bir proje değil. Bu iki hedef birbirini beslemiyor, aksine birbiriyle çatışıyor.
Hukukun Demokles Kılıcı: 6284 ve Nafaka
Ve gelelim meselenin en can alıcı, en çok halı altına süpürülen kısmına: Hukuki garabetler.
Bugün 6284 sayılı kanunun uygulamadaki bazı sonuçları ve “süresiz nafaka” tehdidi, erkeklerin üzerinde Demokles’in kılıcı gibi sallanıyor. Evlilik kurumu, erkekler için bir “huzur limanı” olmaktan çıkıp, potansiyel bir “ömür boyu borçlanma” riskine dönüşmüş durumda.
Bir erkek düşünün; evliliği yürümezse, boşandığı eşine ömür boyu nafaka ödeme ihtimaliyle karşı karşıya. Daha da vahimi; basit bir tartışmada dahi, kadının tek bir beyanıyla, hiçbir delil aranmaksızın kışın ortasında evinden uzaklaştırılabilen, kendi mülküne giremediği halde o evin kirasını ve faturalarını ödemek zorunda bırakılan babalar var.
Hukukun erkeği peşinen “potansiyel suçlu”, kadını ise “mutlak doğrucu” kabul ettiği; erkeğin evden atılmasının bir dudağın ucunda olduğu bir sistemde, erkekler neden imza atsın? Bu güvensizlik ortamında, gençler evliliğe “yuva” olarak değil, “riskli bir sözleşme” olarak bakıyor.
Özetle; mesele rakamlar değil, iklimdir. Siz toprağı kurutup, suyu kesip, sonra da o tarladan hasat bekleyemezsiniz.
Barınma krizi çözülmeden, eğitim sistemi gençleri erkenden hayata katacak şekilde revize edilmeden, çalışma hayatı aile dostu hale getirilmeden ve en önemlisi aile hukukundaki adalet terazisi yeniden dengelenmeden yapılan “3 çocuk” çağrıları, boşlukta yankılanan bir sesten öteye gidemeyecektir.
Devlet nüfus artışı istiyorsa, önce aileyi tehdit eden bu yapısal sorunlarla yüzleşmelidir.

YORUMLAR