Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Sosyolog Berrin YAĞLIOĞLU
Sosyolog Berrin YAĞLIOĞLU

“TAŞACAK BU DENİZ” VE TAŞAN SOSYOLOJİK ÇELİŞKİLER

“Bu diziyi izledin mi?”

“Evet izledim ama mesele izlemek değil; mesele bunun bize ne anlattığı.”

Aslında Taşacak Bu Deniz dizisi üzerine konuşurken yapılması gereken tam olarak budur: Ne anlatıyor, ne öğretiyor, neyi normalleştiriyor? Bilinç altımıza neyi dikte ediyor?

Bugün Türkiye’de televizyon dizileri, sadece bir eğlence aracı değil; sosyologların ifadesiyle davranış kalıpları üreten, norm belirleyen ve değer aktarımı yapan kültürel aygıtlardır. RTÜK’ün ve üniversitelerin ortak çalışmalarında, düzenli dizi izleyicilerinin yaklaşık üçte ikisinin, dizilerde sunulan davranışları “hayata yakın” ve “meşru” algıladığı ortaya konmuştur. Yani ekranın hayatımızda ki etkisi, sandığımızdan çok daha güçlüdür.

“Peki şiddet?”

“Asıl mesele de o.”

Akademik çalışmalar açıkça gösteriyor ki; şiddetin doğrudan, kanlı ve sansürlen dirilmeden sunulduğu içerikler, özellikle genç ve orta yaş gruplarında şiddeti sıradanlaştırıyor. Çocuk çetelerini ve benzeri örgütleri kendi kafa yapılarında meşrulaştırmalarına zemin hazırlıyor.

Dünya Sağlık Örgütü’nün medya ve şiddet ilişkisi üzerine yaptığı meta-analizlerde, bu tür içeriklere maruz kalan bireylerde empati azalması ve saldırgan davranışlara tolerans artışı tespit edilmiştir. Buna rağmen tüm verilere ve toplunsal değerlere sırt dönmekte ki maksat nedendir?

Taşacak Bu Deniz dizisinde ise kadına yönelik şiddet; travmatik sonuçlarıyla ve toplumsal ve aile yapımıza verdiği zararla değil, yer yer “hikâyenin doğal akışı” gibi sunulmaktadır. “ Taşacak bu Deniz ” dizisinin; son bölümün de, bir kadının alnının ortasından aldığı tek bir kurşun ile, arkasında bulunan beyaz duvara tüm beyninin fışkırması toplumsal ve ahlaki değerlerimiz açısından affedilemez bir durumdur.

Oysa Türkiye’de kadına yönelik şiddetle mücadele kapsamında Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı’nın verilerine göre her yıl yüz binlerce koruma talebi yapılmaktadır. Böyle bir toplumsal arka plan varken, bu şiddetin devlet televizyonunda dramatize edilerek tekrar tekrar gösterilmesi politik söylemle kültürel pratik arasındaki derin çatlağı gözler önüne sermektedir.

“Devlet nerede bu dizide?”

“Yok.”

Dizide adalet mekanizması neredeyse tamamen işlevsizdir. Karakterler kendi hukukunu kendi tesis eder. Oysa sosyolojide bu durum, Max Weber’in ifadesiyle; “meşru şiddet tekeline sahip devlet” , algısının aşınması anlamına gelir. Bu algının zayıfladığı toplumlarda, bireylerin “hak arama” biçimleri giderek şiddete evrilir. Yani dizide anlatılan kaos, sadece kurgu değildir; toplumsal davranışı besleyen bir modeldir.

“Karadeniz temsili?”

“O da ayrı bir mesele.”

Kültürel sosyoloji açısından bakıldığında, dizide çalışkanlığı, espirili hayatı tiye alan, zeki ve bir çok insani vasıflara sahipliği ile nam yapmış olan Karadeniz insanı; ilkel, feodal, kabileci ve sürekli çatışma üreten bir yapı içinde temsil edilmektedir. Oysa Türkiye’de bölgesel temsiller üzerine yapılan akademik çalışmalar, bu tür stereotiplerin toplumsal kutuplaşmayı artırdığını göstermektedir. İki köyün karşılıklı çeteleşmesi, köy basmaları ve toplu şiddet sahneleri; kültürel gerçeklikten çok oryantalist bir iç anlatıyı andırmaktadır.

“Peki inanç ve ahlak meselesi?”

“En problemli yerlerden biri.”

Dizide Müslüman aileler; sevgiden, merhametten ve şefkatten yoksun, şiddeti hayatın merkezine koymuş figürler olarak resmedilirken; Hristiyan bir ailede yetişmiş genç kız karakteri, ahlakın, vicdanın ve insani değerlerin sembolü haline getirilmektedir. Sosyolojik olarak bu, örtük değer aktarımıdır. Açıkça söylenmeyen ama sürekli tekrar edilen bir mesaj vardır: “Ahlak buradadır, şiddet buradadır.” Bu tür karşıtlıklar, kültürel kimlik algısında ciddi deformasyonlar üretmektedir.

“Ama reytingler çok yüksek.”

“Evet, tam da bu yüzden tehlikeli.”

Yüksek izlenme oranları, içeriğin doğru olduğunu değil; alışkanlık ve duyarsızlaşmanın seviyesini gösterir. Sosyoloji literatüründe buna “normalleşmiş anomik kültür” denir. Sürekli şiddet gören toplum, bir süre sonra onu sorgulamaz; izler, tüketir ve içselleştirir.

Diğer kanallardan itinayla ailemi ve şahsımı uzak tutarak, yıllardır devlet kanalı olan TRT’yi seyretme sebebimiz; ailevi kültürel ahlaki ve manevi değerlere önem veren bir kurum olma sorumluluğunu taşıma zorunluluğu idi. Devlet televizyonunun varlık sebebi; reyting değil, toplumsal sorumluluktur. Bu nedenle Taşacak Bu Deniz dizisi, yalnızca bir sanat ve dizi sektörü ürünü olarak değil; toplumsal etki analizi yapılması gereken bir kamusal içerik olarak ele alınmalıdır.

Sonuç olarak; bu dizinin ya akademik, kültürel ve etik kriterler doğrultusunda yeniden düzenlenmesi ya da yayından kaldırılması, devletin kendi politikalarıyla çelişmemesi adına zorunluluktur. Aksi halde bu yapım, ileride sosyoloji kitaplarında “devlet söylemi ile medya pratiği arasındaki kopuşun örneği” olarak anılacaktır.

Sosyolog Berrin YAĞLIOĞLU

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

YORUMLAR

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER