Farkında mısın?
Son yıllarda sadece eşyaları değil, her şeyi tüketiyoruz. Öyle bir tüketim çılgınlığının içindeyiz ki, artık bitirdiğimiz şeyler sadece ürünler değil; ilişkilerimiz, değerlerimiz, hatta kendimiz.
Eskiden bir eşyanın ömrü olurdu, bugün insan ilişkilerinin bile kullanım süresi var sanki. Her eşyanın bir hatırası derin bir manası var idi. Yıpransa dahi hatırasına ve taşıdığı manasına hürmeten bir şekilde onarılır yeniden kullanıma kazandırılırdı. Şimdi ise bir sorun çıktığında tamir etmek yerine çöpe atmayı tercih ediyoruz. Çünkü tüketim kültürü bizi böyle yetiştirdi: Kolay gelsin, kolay bitsin, yenisi çıksın.Günümüz sosyo-kültürel yapısı içerisinde tutumlu olmak ise; iktisat bilincini taşımak kapitalist dünyanın fakirlik etiketini yemek ve tüketim endeksli sosyal yapının dışında kalmak anlamına geliyor.
Ama işte mesele şu ki, tüketirken yalnızca telefonlarımızı, kıyafetlerimizi ya da anılarımızı tüketmiyoruz; maneviyatımızı tüketiyoruz. Sabretmeyi unuttuk, şükretmeyi unuttuk,paylaşmayı unuttuk, vererek artırmayı ziyade kılmayı unuttuk. Durmanın, sabretmenin, iktisadın bile bir değeri olduğuna şaşırır hale geldik.
Tarihimizi ve köklerimize ait olan değerve kutsallarımızı dahi hızla tüketiyoruz. Beğendiğimiz yerleri hatıra olsun diye değil, sosyal medyada görünür olsun diye gezer olduk. “Anlamak” yerine “sosyal medyaya atmak” için fotoğraf çekiyoruz.
Çevreyi ve doğayı tüketmekten hiç söz etmiyorum bile… Bir ağacı keserken aslında nefesimizi kestiğimizi hâlâ anlamadık. Tabiatı hoyratça kullanırken, geleceğimizi peşin peşin ipotek ediyoruz. Sonra da “Neden böyle olduk?” diye kendi kendimize soruyoruz.
Ama bence en acı olanı şu:
Tüketirken kişiliğimizi tüketiyoruz.
Kimliğimizi tüketiyoruz.
Haysiyetimizi, şerefimizi, onurumuzu…
Bir insan düşünün: Her istediğini alabiliyor ama artık kendini taşıyamıyor. İçindeki boşluğu doldurmak için tüketiyor tüketiyor tüketiyor… Ama doldurması gereken şey “eşya” değil, “insanlığı ve insanî sıfatları.”
Bugün insan, tüketirken kendi benliğini de tüketir hale geldi.
Kendi özünü, kutsallarını ve insanî sıfatlarını kemiren bir varlığa dönüştü.
Bu hız ile kapitalist dünyaya ruhumuzun savruluşu, bu açgözlülük ile topraktan başka hiç bir şeyin doyuramayacağını anlayamadığımız ve gemleyemediğimiz nefsimiz, bu durmaksızın daha fazlasını isteme hâli… Bize konfor getirmedi, getirmiyor. Tam tersine, içimizden bir şeyleri alıp götürüyor.
Belki de artık tükettiklerimize değil, kaybettiklerimize bakmanın zamanı geldi.
Belki de asıl yapmamız gereken şey, tüketmeyi değil, üretmeyi yeniden hatırlamak.
Çünkü insan üretmedikçe büyümez.
Üretmedikçe köklenmez.
Üretmedikçe kendini tamamlayamaz.
Ve işin tuhaf yanı şu:
Tükettikçe çoğaldığımızı sandık…
Oysa aslında içimizden ruhumuzdan insanî sıfatlarımızdan eksildik.
Sosyolog Berrin YAĞLIOĞLU

YORUMLAR